Çarşamba, Eylül 13, 2017

Georg Jellinek ve Asimilasyon




Cemal Bali Akal, pozitivist Georg Jellinek’in (1851-1911)  hukuk yaklaşımının nasıl farklı bir pozitivizme tekabül ettiğini, bizatihi onun kuramına başvurarak gösterdikten sonra, biyografisiyle de bağlantılandırır. Kısa da olsa biyografiye yapılan bu atıf, okuyucunun merakını uyandıracak bir potansiyel de taşımaktadır. Her şeyden önce Jellinek,  “hukukun devletle kavranacağına inanan ve tarihi her karşılaştırmalı yaklaşıma karşı çıkan” bir pozitivist olsa da, “hukukla kendini sınırlayan devlet anlayışı ve insan haklarını savunması” nedeniyle “ideolojik pozitivizm” etiketine sığmaz. Ayrıca Jellinek, Akal’a göre, kuramının ötesinde, hayatıyla da “çizgi dışına çıkan” bir kuramcıdır. Zira kendisine, kazandığı itibara rağmen antisemit saldırılar yüzünden konumuna yakışır bir kürsü profesörlüğü verilmemiştir. Bunun yanında, militan bir feministle evlidir, çocukları Nazi toplama kamplarına gönderilmiş ya da gestapo elinde ölmüştür (Akal, 2017).

Gerçekten de Jellinek’e, Akal’ın da belirttiği gibi, “Yahudi olması nedeniyle” kürsü profesörlüğü verilmemiş fakat o bunun üzerine Viyana’dan ayrılmış ve bu statüyü Heidelberg Üniversitesinde elde etmiştir. Ayrıca, 1910’da din değiştirip protestan olan ve 1911’de hayatını kaybeden Jellinek, her ne kadar yaşamında “ayrımcılığa” maruz kalmış olsa da, Nazi dönemine ve “soykırıma” tanık olmadığı gibi, çocuklarının akıbetini de görmemiştir (Paz, 2012).

1883’te evlenen Georg ve Camilla çiftinin 1884-1896 arasında altı çocukları olur, ikisi erken yaşlarda hayatını kaybeder. Jellinek’in Theresienstadt toplama kampına alınan çocukları Walter ve Dora sağ çıkmayı/hayatta kalmayı başarır ancak küçük oğlu Otto, 1943'te, Gestapo'nun elindeyken gördüğü muameleye bağlı olarak gelişen beyin iltihabının sonucu olarak hayatını kaybeder.[1]

Feminizm

Eş Camilla Jellinek’in (Wertheim, 1860-1940) “feministliği”yse, 1900'de, yakın arkadaşı Marianne Weber  (Max Weber’in eşi) tarafından kendisine yapılan, kadınlar için yasal koruma sağlanmasıyla ilgili çalışması ve kendileriyle işbirliği yapması yönündeki davet üzerine başlar. Bu çağrıyı büyük bir heyecanla kabul eden Camilla, bu yeni dönemi kendisi için bir "ikinci yaşam" olarak nitelendirir. O dönem, 19.yy Alman feminist hareketine, 1894’te kurulan ve burjuva kadın örgütleri bakımından bir şemsiye işlevi gören BDF (Bund Deutsches Frauenvereine) önderlik etmektedir.[2] Bir dönem Marianne Weber’in de başkanlık yaptığı örgüt, esas olarak, kadınların ekonomik bağımsızlığı, eğitim reformu, çalışan kadınlar için barınma ve rekreasyon merkezleri ile kreş konularına odaklanır. Weber’e göre kadınların özgürlüğü ve özerkliği için hem kapitalizm hem de patriyarka engel teşkil etse de, öncelik kapitalizmden ziyade patriyarkaya verilmelidir. Çünkü kadınların üzerindeki erkek tahakkümü ve baskısından, kapitalist işyerinden daha çok patriyarka sorumludur ve bu konudaki reform ve mücadele daha acildir (Winkler, 2009; Ngwainmbi, 2012).

1906'da Alman Kadın Dernekleri Federasyonu (BDF) Hukuk Komisyonu'na seçilen Camilla, toplumsal ve hukuki sorunları olan kadınlara hukuki danışmanlık ve destek hizmeti sağlar. Hukuk Bölümü’ne yapılan başvuruların çoğu, alt sosyal sınıflardan, özellikle maddi ve manevi sıkıntı içindeki kadın garsonlardan gelir. O zamanlar, kadın garsonlara düzenli olarak ücret ödenmemekte, onlar da, yaşadıkları zorluklarla, kendilerini içkiye vererek başa çıkmaya çalışmaktadır. Bu sömürü biçimi onlarda; alkolizmi ve fahişeliği teşvik etmekte, kaldıkları evlerin sahipleri tarafından cinsel şiddete maruz kalmalarına yol açmaktadır. Camilla, bu kronik sorunu, kadın garsonların barınacağı bir yurt/yatakhane kurarak çözmeye çalışır. Kasım 1907'de açılan yurt, ona göre orada kalanların psikolojisini daha da bozmuş, bu gerekçeyle 1909'un başında yurdu kapatan Camilla bundan sonra kadınların garsonluk hizmetinin yasaklanmasını talep etmeye başlamıştır. Bunun yanında, Camilla’nın odaklandığı diğer bir konu da, kürtaj yasağının kaldırılmasıdır. Ayrıca Ceza Yasası reform tasarısı çalışmalarına da katkıda bulunan Camilla, eşinin 1911'de ölümünden sonra artarak devam eden görevlerini/faaliyetini, 1933'ten sonra, yayın faaliyetleri dışında sonlandırmak durumunda/zorunda kalır.[3]

Asimilasyon

Zygmunt Bauman, 19.yy. Avrupasındaki ulus-devlet inşa sürecinin/asimilasyon vasıtasıyla homojen ulus yaratma projesinin, 2.Dünya Savaşı ve Holokost (Holocaust) ile trajik ve kanlı biçimde sonlandığını yazar. “Dışarıdakileri” içeriye almanın, “yabancı”ları vatandaş yapmanın bir aracı kılınan, böyle bir vaat sunan asimilasyon, aslında kimlikler arasındaki farklılıkları törpülemekten çok keskinleştirmeye hizmet etmektedir. Azınlık mensubu, ne kadar gönüllü olarak ve içtenlikle asimile olsa da, “şüphe”den ve “sahtelik” ithamından kurtulamaz. Özellikle Avrupa’daki entelektüel Alman Yahudileri için de bu böyle olur. Entelektüel Alman Yahudileri, Alman düşünürlerinden (Kant, Goethe gibi) yola çıkarak Alman kimliğini, milli bir kimlik olmanın ötesine taşımak, diğer bir ifadeyle “evrenselleştirmek” suretiyle benimserler. Bauman’a göre, bu evrenselleştirme Jellinek gibi, rasyonalist hukuk okulunun temsilcilerinde/babalarında da görülmektedir (Bauman, 2008). Gerçekten de liberal düşünceye derinden bağlı Jellinek’in düşünce dünyasında, Kant ve Hegel kadar, Leibniz, Spinoza, Schopenhauer ve Goethe’nin etkili olduğu ifade edilmektedir (Lagi, 2016).

“Hukuku ulus-devletle sınırlayan tanımıyla” Jellinek’e göre, “hukukun ne olduğunu öğrenmek isteyen, geçmişin ve hatta günün başka toplumlarına değil, Batı devletlerine dikkatini vermelidir”. Jellinek, Roma Hukuku’nu bütünüyle gözden çıkarmasa da geçerli bir hukuk tanımında ona bile gönderme yapmaya gerek olmadığını hissettirir. Azınlık hakları başta olmak üzere insan haklarına önem veren ve kendini-sınırlayan (self-limitation) devlet anlayışına sahip olan Jellinek’in hukuk yaklaşımında biyografinin etkisi olduysa, öncelikle Bauman’a kulak verilmeli, dolayısıyla “asimilasyon” tezi dikkate alınmalıdır. Zira haham (rabbi) olan babasının farklı dinde olanlarla evlenme yasağı nedeniyle din değiştirmesinden sonra Jellinek de, ölmeden bir yıl önce protestan olur. Fakat aslında “protestan olamadığı/kabul edilmediği”, diğer bir ifadeyle Yahudi geçmişinden kurtulamadığı, çocuklarına uygulanan muameleyle ortaya çıkar/kanıtlanmış olur. Bütün bunları görmeyen/yaşamayan Jellinek’in düşünce dünyası, eğer daha uzun yaşasaydı, nasıl bir seyir izlerdi diye düşünülebilir, fakat bunu öngörme imkanı da bulunmamaktadır.

PDF

Kaynakça

Cemal Bali Akal, Hukuk Nedir?, Dost Kitabevi, 2017

Zygmunt Bauman, Jews and Other Europeans, Old and New, jpr/policy debate, June 2008

Sara Lagi, The Formation of a Liberal Thinker: Georg Jellinek and
his Early Writings (1872 – 1878), Res Publica. Revista de Historia de las Ideas Políticas, Vol. 19. Núm. 1 (2016): 59-76

Jilly M. Ngwainmbi, Feminism and Feminist Scholarship in Academe:
Women’s Struggle for Recognition continues in Sociology, Greener Journal of Social Sciences, Vol. 2 (2), pp. 050-065, May 2012.
                                                               
Celia Winkler, “Feminist Sociological Theory,” in Historical Developments and Theoretical Approaches in Sociology, [Ed. Charles Crothers], in Encyclopedia of Life Support Systems (EOLSS), Developed under the Auspices of the UNESCO, Eolss Publishers, Oxford ,UK, 2009

R. Y. Paz, A Gateway Between a Distant God and a Cruel World: The Contribution of Jewish German-Speaking Scholars to International Law (2012).