Pazar, Aralık 18, 2016

Zamanın Ağırlığı ve “Yavaş”lık (Slow Movement)




TRT Belgesel’de yayımlanan, yapım-yönetimi Gülşan Saru’ya ait Sıraç (2016) isimli belgeselin ikinci bölümündeki “mezarlık ziyareti” sahnesi,  son yıllarda çeşitlenen ve yaygınlaşan “yavaş hareket (slow movement)” akımıyla ilişki kurularak okunabilir. Bu sahnede, yerel kıyafetli köylü kadınlar aralarında sohbet ederek ve oldukça “ağır” hareketlerle mezarlığa yürümekte, hiç aceleye getirilmeden gerçekleşen bu ziyaret ritüeli yönetmen tarafından da zaman kaygısı güdülmeden izleyiciye sunulmaktadır. Söz konusu sahneyle slow movement akımı arasında varsayılan/kurulan ilişki; telaş ve koşturmaca içinde geçen gündelik hayatın Carl Honoré’ye (2004) hatırlattığı Simon and Garfunkel şarkısında (The 59th Street Bridge Song) anlatılan “yavaşlık”la, bir başka deyişle slow movement akımındakiyle birebir örtüşen bir “yavaş hareket”le karşı karşıya olduğumuz anlamına da gelmemektedir ve bu yazı da “Bu yavaşlıklar arasında ne fark var?” sorusundan hareket etmektedir.



Zamanın Ağırlığı

Osip Mandelstam’ın Ağırlık ve Tatlılık Kızkardeştir şiirinde geçen “zamanın ağırlığını kaldırmak kaygısı”na Charles Baudelaire’de de rastlanır. Baudelaire de bu kaygıyı hissetmekte ve bu kaygıyla başa çıkmak için “sarhoş olma”yı önermektedir: “Omuzlarınızı ezen, sizi toprağa doğru çeken Zaman’ın korkunç ağırlığını duymamak için durmamacasına sarhoş olmalısınız. Ama neyle? ... Şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz. Ama sarhoş olun...” Mandelstam’ın şirinde, ağırlık ve tatlılığın bir aradalığı/birlikteliği vurgulanır ve zamanın ağırlığı kadar tatlılığı da olduğu anlatılır. Böylece “kaygı”, “ağırlık”tan ziyade “tatlı” yön öne çıkarılarak ortadan kaldırılabilecektir.

“Ve bazı bazı, bir sarayın basamakları, bir hendeğin yeşil otları üstünde, odanızın donuk yalnızlığı içinde, sarhoşluğunuz azalmış ya da büsbütün geçmiş bir durumda uyanırsanız, sorun, yele, dalgaya, yıldıza, kuşa, saate sorun, her kaçan şeye, inleyen, yuvarlanan, şakıyan, konuşan her şeye sorun; “Saat kaç?” deyin. Yel, dalga, yıldız, kuş, saat hemen verecektir yanıtı size: “Sarhoş olma saatidir! Zamanın inim inim inletilen köleleri olmamak için sarhoş olun durmamacasına!.. Şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz...” (Baudelaire, Paris Sıkıntısı, 2006)

AĞIRLIK VE TATLILIK KIZKARDEŞTİR
Ağırlık ve tatlılık kızkardeştir, aynıdır belirtileri
Ciğerotları ve yabanarıları ağır gülleri emerler;
İnsan ölür, soğur ısınmış kum,
Kara bir sedyede taşırlar bir gün önceki güneşi.
Ah, ağır petekler ve o tatlı ağlar,
Ağır bir taşı kaldırmak daha kolaydır tekrarlamaktan senin tatlı adını!
Tek bir kaygım var benim, altın bir kaygım:
Zamanın ağırlığını kaldırmak kaygısı…
Kara bir su gibi çekerim içime bulanık havayı,
Zaman pullukla sürülür ve gül çürüyüp toprağa döner;
Örülür iki sıralı bir çelenkte ağırlıkları ve tatlılıkları
Karışırken yavaş bir burgaçta ağır ve tatlı güller… (Osip MANDELSTAM, Fransa, 1891 – 1938, Türkçesi: Ataol Behramoğlu)

Baudelaire ve Mandelstam için “zamanın ağırlığı”, “ölüm” düşüncesi/korkusuyla ilintilidir.  Zaman, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Ne İçindeyim Zamanın şiirinde, Gülten Akın’ın deyişiyle “ağırlığından kurtarılmakta, yoka vardırılmakta”dır: “Ben, zamanın ne içinde ne dışındayım. Ona eşdeşim çünkü. Kendimi bir yere bağlı duymuyorum, onun için ağırlığım yok. Zaman gibi. Yaptığım iş, bir uçsuz bucaksızlıkta sessizliği öğütmek. Sonsuzluğun simgesi mavilikte ağırlıksız olduğum için yüzmekteyim.” diyen ozan, zamanı, yeri, ağırlığı, sesi yok etmekte. Sessizliği, sonsuzluğu, ağırlıksızlığı egemen kılmaktadır. O, kökü kendi düşüncesinde olan bir sarmaşıktır. Ama bu düşünce bilinen anlamda bir düşünce değil, bir sezgidir ancak.”[1]

“Zaman”ı akış hâlinde, an’ı ise uçsuz bucaksız zamanın içinde hususî bir bölüm olarak tasavvur eden Tanpınar; zamanın ne tam dışında ne de tam içinde olan, uçsuz bucaksız zamanın muayyen bir parçasında kendine çok özel bir yer bulur. Böylece dış âlemin ağırlığından kurtulan ve onu kendi arzularına göre yeniden yaparak hükmetmeye de başlayan şair, artık kendi kurduğu bir dünyadadır (Yıldız, 2000). Şiirin bütünü bir vazgeçmeyi, hareketsiz bir teslim oluşu değil, kendi yarattığı bir “imge-dünya” içinde var olmayı sürdürüşü anlatmaktadır (Korkut, 2005). Bir yoruma göre, Ne İçindeyim Zamanın şiirindeki  başka bir zamana geçme arzusu tasavvuftaki Tanrı’ya ulaşma, bir gölgeden ibaret olan bu dünyadan kurtulma arzusundan çok farklıdır. Bu yaklaşımda, Tanpınar'ın mistik bir tavır içinde olmadığı, şiirin kendisini başlı başına bir cezbe kaynağı olarak gördüğü ve şiir hâlini yarı uyanık bir uykuda yaşayıp tamamıyle beşerî kaynaklı bir sanat mistisizmine bağlı olduğu iddia edilmektedir (Yıldız, 2000). Bunun karşısında, sürekli Galata’daki Mevlevi Tekkesi’ne giderek bu kapıya hep yüz süren Tanpınar’ın Ne İçindeyim Zamanın şiirinin, şairin hayatıyla da tutarlı/uyumlu olan “tasavvufi” bir şiir olduğunu savunan görüş yer alır (Asna, 2015).

"NE İÇİNDEYİM ZAMANIN"
Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpâre, geniş bir ânın
Parçalanmaz akışında.

Bir garip rüyâ rengiyle
Uyuşmuş gibi her şekil,
Rüzgârda uçan tüy bile
Benim kadar hafif değil.

Başım sükûtu öğüten
Uçsuz, bucaksız değirmen;
İçim muradına ermiş
Abasız, postsuz bir derviş;

Kökü bende bir sarmaşık
Olmuş dünya sezmekteyim,
Mavi, masmavi bir ışık
Ortasında yüzmekteyim.

Carl Honoré’nin (2004) atıfta bulunduğu Simon and Garfunkel şarkısında (The 59th Street Bridge Song) karşımıza çıkan, zamanın bizim dışımızda ve “hız” temelli düzenlenişini kesintiye uğratma ve zamanı yeniden kendimize tabi kılma çabasıdır. Bunun için, hızlı tempoda akan zaman/hayat yavaşlatılmalı, kesintiye uğratılarak uzatılmalıdır. Şarkının sözleri, “yavaşlığa” olduğu kadar, yapacak işim yok, tutacak sözüm yok” sözleri de dikkate alındığında, aynı zamanda “aylaklığa” övgü olarak da okunabilir. Koşturmaca ve telaş içinde akan gündelik hayattan/zamandan, eğlenme amaçlı ve kendini iyi/harika hissettirecek küçük şeylerle (kaldırım taşlarının tekmelenmesi, bir sokak lambası direğiyle konuşulması ...) sıyrılıp, sabahın tatlılığı uzatılmakta, yeniden yaşama “sevgi”yle bağlanılmaktadır. Baudelaire’de gördüğümüz “ölüme doğru hızla akan zaman” kaygısı, “hızlı tempoda ve ölü gibi yaşanan zaman” düşüncesiyle yer değiştirmiştir. Elde olmayan bu hızlı akıştan “keyifli” anlar “çalmak” temasıyla şarkı, aşağıda göreceğimiz yavaş hareketin felsefesiyle de uyumludur.

The 59th Street Bridge Song (Feelin' Groovy)[2]
Slow down, you move too fast
You got to make the morning last
Just kicking down the cobblestones
Looking for fun and feelin' groovy
Ba da da da da da da, feelin' groovy

Hello, lamppost, what'cha knowin'?
I've come to watch your flowers growin'
Ain't'cha got no rhymes for me?
Doot-in doo-doo, feelin' groovy
Ba da da da da da da, feelin' groovy

I got no deeds to do
No promises to keep
I'm dappled and drowsy and ready to sleep
Let the morning time drop all its petals on me
Life, I love you
All is groovy



Yavaşlık

Cittaslow Türkiye sayfasında yavaş yaşamak, “hayattan zevk alabilmek, sevdiklerimize ve kendimize zaman ayırabilmek, hız için dünyaya zarar vermemek” olarak tarif edilir: “Arkadaşlarımızla yürürken kahve içmek yerine oturmak ve onlara zaman ayırmaktır. Hayatın hızlı gidersek erken varacağımız bir varış noktası yoktur, önemli olan hayatımızı nasıl yaşadığımızdır, her geçen anın değerini bilmemizdir.”[3] Sayfada yer alan Milan Kundera alıntısına göre “Yavaşlığın düzeyi anının yoğunluğuyla doğru orantılıdır; hızın düzeyi unutmanın yoğunluğuyla doğru orantılıdır. Yavaşlık ile anımsama, hız ile unutma arasında gizli bir ilişki vardır. Bir şeyi anımsamak isteyen kimse yürüyüşünü yavaşlatır. Buna karşılık, az önce yaşadığı kötü bir olayı unutmaya çalışan insan elinde olmadan yürüyüşünü hızlandırır.” 

Milan Kundera Slowness (1996) romanında, çok hızlı gelişen şeylerin/olayların, kimsenin kendisi dahil hiçbir şey hakkında emin/kesin olamayacağı bir durum yarattığını yazar: When things happen too fast, nobody can be certain about anything, about anything at all, not even about himself. Yavaşlamayı savunanlara göre hızlı olmak, meşgul, kontrollü, sinirli, analitik, yüzeysel, sabırsız, aktif, niceliği niteliğe üstün tutan olmak; yavaşlıksa bunun tersi, soğukkanlı, dikkatli, anlayışlı, sakin, sezgisel, telaşsız, sabırlı, düşünceli ve niteliği niceliğe üstün tutan olmak anlamına gelmektedir (Honoré, 2004). Modern hayatın yoğunluğu, karmaşası ve koşuşturması içerisinde insanlara zaman hep yetersiz gelmekte ve modern insan daha fazla zamana sahip olabilmek adına sürekli hızlı yaşamaktadır. Hâlbuki yavaş yaşam, insanların hayattan zevk alarak ve yaşadığı anın farkında olarak hayatını devam ettirmesini öngörmektedir. Sadece serbest zamanda değil, işte, evde, okulda kısacası hayatın her anında gerçekleştirilecek yavaşlamanın, insanların hayattan doyum elde ederek yaşamasını sağlayacağı iddia edilmektedir (Ünal ve Zavalsız, 2016).

1986 yılında İtalya’nın başkenti Roma’nın en işlek ve tarihi meydanlarından olan Plazza di Spagnaʼda açılan bir McDonald’s’a karşı tepki olarak ortaya çıkan Slow Food, yavaşlık hareketinin başlangıcı olarak kabul edilir. İlerleyen süreçte Slow Food hareketini temel alan yeni yavaş hareketler ortaya çıkmıştır: Yavaş yemek, yavaş işletmecilik, yavaş para, yavaş turizm, yavaş seyahat, yavaş tasarım, yavaş okul, yavaş trafik, yavaş seks. Slow Food hareketinin yemekten haz alınacak şekilde tüketilmesi anlayışı, yeni ortaya çıkacak olan hareketlerin de yönünü belirlemiştir. Dolayısıyla Slow Food’u takip eden ilk akımlar da haz merkezlidir (Ünal ve Zavalsız, 2016; Ergüven, 2011).

Bugün en çok kabul gören yavaş hareketler, yavaş yemek ve yavaş şehirdir. İtalyanca “citta” (şehir) ve İngilizce “slow” (yavaş) kelimelerinden oluşan Cittaslow “Yavaş Şehir” anlamında kullanılmaktadır. Cittaslow, 1999 yılında, küreselleşmenin şehirlerin dokusunu, sakinlerini ve yaşam tarzını standartlaştırmasını ve yerel özelliklerini ortadan kaldırmasını engellemek için Slow Food (Yavaş Yemek) hareketinden doğmuş bir şehirler birliğidir ve üyelik esasına dayanır. Cittaslow felsefesinde, yaşamın, yaşamaktan zevk alınacak bir hızda yaşanması savunulmakta; şehirlerdeki yaşam kalitesini artırma ve şehirlerin franchise şirketlerinin etkin olduğu tek düzeleşmesini ve Amerikanlaşmasını önlemek amaçlanmaktadır.[4] Yavaş hareketi, küreselleşmenin zenginle fakir arasındaki makası açtığı eleştirisiyle yola çıkmış, ancak yavaş yemek de yoksulun değil, varlıklı kesimin ulaşabildiği bir ayrıcalık olarak kalmıştır. Yavaş hareketinin farklı konulara, farklı coğrafyalara, farklı kültürlere yayılması ve gelişmesi oldukça hızlı gerçekleşmiş, yerelliği ön plana çıkarmak amacıyla yola çıkan slow hareketinin kendisi de, küreselleşme ve modernleşmenin doğrudan çıktıları olan teknoloji, mal ve hizmetlerin kullanılması ve dünya çapında kabul görmesiyle küreselleşmiştir (Ünal ve Zavalsız, 2016).
Yavaş hareketin felsefesinde, başlangıçtan itibaren “haz” temel ilke olmuştur (Carp, 2014). Hedonist olarak nitelenen çağımızda yavaş hareket, “haz/keyif” üzerinden kendini pazarlar. Felsefesi, yapılan şeyleri doğru düzgün ve daha fazla zevk alarak yapmaktır. İnsanları mutlu edecek şeylerin; sağlıklı, ekolojik, toplumsal ilişkileri ve aile bağları güçlü ve sürekli koşturmaca içinde olmaktan kurtulmuş bir ortamda yaşamak olduğu düşüncesini savunur/yayar (Honoré, 2004). Özetle “hızlı”nın karşıtı olarak “yavaş” yaşamak/yaşam tarzı; haz ve keyif alma, bilinçli yaşam, faillik (agency) ve anlamı zenginleştirmeyi kapsar ve yaşam kalitesi ve etiğine işaret eder. Yavaş Yaşam’ın amacı yaşam kalitesini artırmaktır ve yaşam kalitesi, fiziksel, maddi, toplumsal ve duygusal bakımdan iyi olma (wellbeing) olarak tanımlanmaktadır (Zeestraten, 2008).

Bir toplumsal hareket olarak Yavaş hareketin, sanayileşme öncesine dönme ya da kapitalizmi yok etme amacı gütmediği, bunun yerine, doğru hız (tempo giusto), başka bir deyişle hızlı ve yavaş olma arasında kurulacak bir “denge” arayışında ve kapitalizme “insani bir yüz” kazandırma peşinde olduğu öne sürülmektedir. Yavaş Yemek kurucusu Carlo Petrini, “erdemli küreselleşme (virtuous globalization)”den söz eder. Asıl meselenin, bir yaşam tarzı olarak yavaşlamanın, bireysel bir tercih/çaba olmaktan çıkıp kolektif bir talebe, dolayısıyla hareketten bir “yavaş” devrimine ne zaman dönüşeceği olduğu ileri sürülür (Honoré, 2004). Bununla birlikte, literatürde bir toplumsal hareket olarak nitelendirilen yavaş hareketle ilgili bir saha çalışmasında katılımcıların örgütlü bir çaba içinde olmadıkları gibi, toplumsal düzen ve kurumlarda değişim amacı da gütmedikleri bulgulanmıştır (Zeestraten, 2008).

Şimdi



Düşeni kaldır
Döküleni doldur
Ağlayanı güldür
Dar’da yalan söyleme…

Bergson’a göre gerçek süre insanın içsel hayatıdır. İnsan aynı anda hem geçmişi, hem şimdiyi hem de geleceği yaşayabilmektedir. İnsan belleği geçmişi, şimdiki zamana ya da ana taşımakta, geçmiş her an bellek içinde var olabilmektedir. Böylece zamanın
kronolojik yapısı kırılmaktadır (Yılmaz, 2011). “Sufilere göre zamanın gerçeği ‘an’ yani içinde bulunulan zamandır. Geçmiş hatıradadır; geleceğe ulaşmak imkânı yoktur. Önemli olan, en verimli şekilde ‘an’ı değerlendirmektir. Buna göre sûfi, vaktin oğludur (ibnü’l-vakt) (Orhanoğlu, 2011).



Sıraç belgeselinin ikinci bölümüyle ilgili olarak TRT sayfasında şunlar yazar: “Sıraç köylerinde kimse "öldü..." demez, göçtü der atalarımız. İnsanoğlu kuş misali bugün konar, yarın göçer. Kutsal gün perşembeyi cumaya bağlayan gece. Eski takvime göre yeni gün. Kurt, kuş cümle alem bırakır her şeyi, insanoğlu mu bırakmayacak? Yer gök duaya durur, her can yaradana çağırır, hayırlı gündür perşembeyi cumaya bağlayan gece. Lokmalar dağıtılır, ataların kabirleri ziyaret edilir, lokmalar bırakılır kuşun, kurdun hakkı diye.”[5]



Belgeseldeki kadınların mezar ziyareti sahnesindeki yavaşlığı, yukarıda anlatılan slow movement ile ilişkili değildir çünkü “haz” ilkesinin yönlendirmesi altında değildir. Kadınlar ne hızlı tempoda akan zamandan bir “keyif” anı çalmaya çalışmakta, ne de doğaya/çevreye ilişkin “farkındalığı” artırmaya çabalamaktadır. Buradaki yavaşlığın içinde, “düşeni kaldır, döküleni doldur, ağlayanı güldür, dar’da yalan söyleme” denilerek özetlenmeye çalışılan bir hayata/zamana bakış bulunur. Tıpkı sufinin “an”ı değerlendirmek anlayışının, Baudelaire’in şarap, şiir veya erdemle sarhoş olma tavsiyesinin ve Tanpınar’ın yekpare geniş bir anda örülen imge-dünyasının “haz” ilkesine dayanmadığı, aksine farklı da olsa belirli dünya görüşlerinden/hayata ve zamana bakışa dair büyük resimden neşet ettiği gibi...

YAVAŞ YAVAŞ GEÇTİM KALABALIKLARIN ARASINDAN

Yavaş yavaş geçtim kalabalıkların arasından
bir deniz çarpması gibi çoğalta çoğalta geçen
geçtiği yeri
yavaş yavaş çıktım içimden. Dokundum
yavaş yavaş acıya, kuvarsa, şiire
yavaş yavaş tarttım suyu, anladım nedir ağırlık
kokular
coğrafya.
Eğildim sonra gövdeyi tanıdım ve düzenini
gördüm sessizliğin dümdüzlüğünü
gördüm yinelemedi gördüğüm hiçbir şey
böyle yavaş yavaş geçtim insandan insana
insanlaştırdım yavaş yavaş dışımı
böyle karıştım kalabalıklara
kalabalıklaştım böylece.
                                                               kül


Kaynakça

Carl Honoré, In Praise of Slowness, HarperCollins e-books, 2004

Murat ÜNAL ve Y. Sinan ZAVALSIZ , Küreselleşme Karşıtı Bir Hareket: Yavaş Hareketi, İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, Cilt 5, Sayı 4, 2016

Mehmet Han ERGÜVEN, CITTASLOW – YAŞAMAYA DEĞER ŞEHİRLERİN ULUSLARARASI BİRLİĞİ: VİZE ÖRNEĞİ, ORGANİZASYON VE YÖNETİM BİLİMLERİ DERGİSİ, Cilt 3, Sayı 2, 2011 ISSN: 1309 -8039 (Online)

Jana Carp, The Importance of “Slow” for Liveable Cities, August 2014 (based on talks delivered in Milan and Genoa in April 2014)

J. Zeestraten, Strolling to the beat of another drum: Living the ‘Slow Life’, Lincoln University, Y.Lisans tezi, 2008

Saadettin YILDIZ, NE İÇİNDEYİM ZAMANIN, Edebiyat Güncesi, Mart-Nisan 2000, S:15, s.40-45

Burçin ASNA, AHMET HAMDİ TANPINAR’IN “NE İÇİNDEYİM ZAMANIN” ADLI ŞİİRİNDE İMGEYE DAYALI FELSEFİK ÇIKARIMLAR, Siirt Üni. SBE Dergisi, Sayı 3, 2015

Ece Korkut, Şiir Dili ve Bir Çözümleme Örneği: Tanpınar, “Ne İçindeyim Zamanın”, TÜRKBİLİG, TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI DERGİSİ, 2005/9: 103-112

Hayrettin ORHANOĞLU, Aşk Mesnevilerinde Şimdiki Zaman Algısı, Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi 6, İstanbul 2011, 149-176.

Hakan YILMAZ, HENRI BERGSON’UN ZAMAN KAVRAMINA YAKLAŞIMININ ÇAĞDAŞ
ANLATI SİNEMASINA ETKİSİ, Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: XIII, Sayı 2, Aralık-2011

https://www.academia.edu/30504650/Zaman%C4%B1n_A%C4%9F%C4%B1rl%C4%B1%C4%9F%C4%B1_ve_Yava%C5%9F_l%C4%B1k_Slow_Movement_






[3] http://cittaslowturkiye.org/
[4] 2009’da İzmir’in Seferihisar ilçesinin Cittaslow birliğine kabul edilmesiyle, Türkiye’de yavaş şehir hareketi başlamış ve Türkiye Cittaslow Koordinatörlüğü kurulmuştur. 2015’de Artvin’in Şavşat ilçesinin de Cittaslow ağına katılmasıyla Türkiye toplam 10 Cittaslow üyesi kente sahip olmuş ve dünya genelinde en fazla Cittaslow üyesi olan dördüncü ülke konumuna gelmiştir. Bu sıralamada, Cittaslow’un doğduğu yer İtalya 75 üye kent ile birinci sırada yer alırken, Almanya ve Polonya 12 üyeyle ikinci, Güney Kore 11 üyeyle üçüncü sırada yer almaktadır.
[5] http://www.trtbelgesel.net.tr/tr/main/programlar/belgeseller/8/sirac/536